Yirminci yüzyılın sonunda Batı modernliğinin yaşadığı anlam krizi ve eskiden çeperde olduğu düşünülen toplum ve medeniyetlerin merceğinden bakarak modernliği çoğullaştırma eğilimi, eski paradi
Yirminci yüzyılın sonunda Batı modernliğinin yaşadığı anlam krizi ve eskiden çeperde olduğu düşünülen toplum ve medeniyetlerin merceğinden bakarak modernliği çoğullaştırma eğilimi, eski paradigmaların çöküşüne yol açıyor. Dışımızdaki toplum fikri sona eriyor. Özgün farklılıkların üzerinden buldozer gibi geçme eğilimi taşıyan negatif bir küreselleşme ise bu anlam krizine cevap verme potansiyeli taşımıyor. Öte yandan küreselleşme, homojenleşmeye indirgenemeyecek kadar karmaşık bir ilişkiler ağı da oluşturuyor ve Batıyı yegâne merkez olmaktan çıkararak Batı dışı modernliklerin küreselleşmeye özgün katkılar yapma imkânını beraberinde getiriyor. Bu pozitif imkânın gerçek manada ortaya çıkabilmesi için küreselleşmeyi eski modernleşme paradigmasının devamı gibi gören ya da Batılılaşma sürecinin yeni bir uzantısı gibi gören yaklaşımlardan uzaklaşmak gerekiyor. Elinizdeki kitap Uğur Kömeçoğlu’nun Kimlik, Mekân ve Gündelik Hayat adlı kitabındaki mikro ve ampirik içerikle köprüler kurabilecek daha makro ve kuramsal bir içeriğe sahip. 11 Eylül sonrasında medya, bilgi üretimi ve imgeler düzeyinde Müslümanlara, Sünnilere, Şiilere ve terörizme ilişkin temsiller eski oryantalist temsillerin de ötesine geçen daha çarpık fantazmatik kurgular oluşturuyor. 600 yıl kadar önce Dante’nin İlahi Komedyası’nda Müslümanların Peygamberi’ne ilişkin olarak üretilen negatif tasavvurdan, Voltaire’in 1736 tarihli “Fanatizm ya da Mahomet” adlı tiyatro oyununa uzanan, oradan Salman Rüşdi ve Naipaul’a geçen, en son Danimarka karikatürlerindeki çarpık tasvirlere neden olan söylemsel benzerlik ve süreklilik; bunun yanında yaklaşık yüzyıl önce İngilizlerin Bağdat’ı işgal etmeleri öncesinde üretilen dil ile Amerika’nın Bağdat’ı işgal etmesi öncesinde üretilen dil arasındaki benzerlik ve süreklilik Oryantalizmin bitmediğine işaret ediyor. Bu zamana kadar despotizm denince hep doğu despotizminden bahsedildi. Halbuki doğu despotizmi öncelikle bir kurguydu, bir tanımdı. Saddam, Esed, Mübarek, Kaddafi ve benzerleri bu zayıf hayali kurguya güçlü bir gerçeklik kazandırmak için Batı desteğiyle iktidara getirilmiş despotlar değiller miydi? Bugün despot liderlerin Arap Baharı yoluyla yıkılmaları da başka manipülasyonları mümkün kılacak şekilde ayarlanıyor mu acaba? Doğu despotizminden çok despotizmin postmodern bir formu olarak Batı despotizminden bahsetmenin zamanı gelmedi mi? Elinizdeki kitap, okuyuculara küreselleşme ile oryantalizmin eski ve yeni biçimleri arasındaki ilişkileri keşfetme imkanını tanıyor.
Ufuk Kitap, Küreselleşme ve Batı Despotizmi, Uğur Kömeçoğlu