Yemekten sonra balkona çıkmışlardı. Hazin, bir şezlonga uzanmış; Demir, karşısında bir sandalyeye oturmuştu. Sıcak ve kurşuni bir gece idi. Ay, semayı kaplayan beyaz bulutlardan kurtuldukça, mavi b
Yemekten sonra balkona çıkmışlardı. Hazin, bir şezlonga uzanmış; Demir, karşısında bir sandalyeye oturmuştu. Sıcak ve kurşuni bir gece idi. Ay, semayı kaplayan beyaz bulutlardan kurtuldukça, mavi bir mübhemiyyet içinde yarı gözüken Marmara’ya soluk ziyâlar serpiyordu. Uzakta, denizin ve sislerin mavilikleri içinde eriyen sahiller... Aşağıda, lâcivert gölgelere bürünen bahçe... Solda, Fener’e doğru uzanan hâlî kırlar... Bütün muhit, uyuklayarak dinleniyorlardı. Denizden doğru gelen ince ve yaramaz bir rüzgâr ağaçları okşaya okşaya gizlice yaklaşıyor ve fısıltılarla yaseminlerin kalplerine girerek oradan çaldığı muattar nefhaları mükrim ve müsrif havaya saçıyordu. Hazin ve Demir, gecenin bu sehhâr uyuşukluğuna kapılarak, konuşmadan, bahçenin nihayetinde, sahilin eteklerini zevk çırpınmalarıyla öpen dalgaların fışıltılarını dinliyorlardı. Şen bir kahkaha, gecenin sükûtu içinde çınlayarak yükseldi: Nevin, balkonun kapısında gülüyordu.